Monroe Doktrininin Tatbikat'taki Özellikleri Monroe Doktrini denen, Avrupa işlerine karışmama, Avrupadan
uzak kalma ve buna karşılık da Avrupa devletlerini Amerika kıtalarının
işlerine karıştırmama politikası bundan sonra İİ'inci Dünya Savaşına,
daha açık bir deyişle 1941 yılına kadar devam etmekle beraber,
bu doktrin uygulama alanında bazı ilgi çekici gelişmeler geçirmiş
ve bazı özellikler göstermiştir. Şöyle ki:1) Monroe Doktrini Amerikanın Avrupa işlerine karışmamasını
ve Avrupalıların da Amerikalıların işlerine karışmamalarını öngörmek
suretiyle, Amerika Birleşik Devletlerini adeta dünya politikasının dışında
tutmuştur. Fakat böyle bir politikanın önemli bir şartı vardı:
Herhangi bir şekilde Birleşik Amerikanın bağımsızlığına ve toprak
bütünlüğüne bir devlet veya devletler tarafından bir tehdit yöneltilirse,
Amerika herhangi bir Avrupa devleti ile siyasal veya askeri işbirliğine
girebilirdi. Nitekim 1917 de İ'inci Dünya Savaşına Amerika'nın
katılmasının sebebi, Almanya'nın, Amerikanın toprak bütünlüğünü
parçalayabilecek bazı tertip ve teşebbüslere girişmiş olmasıydı. Keza,
Amerika'nın İİ'inci Dünya Savaşına katılması da, Japonya'nın 1941
yılında Birleşik Amerika'ya saldırıda bulunması üzerine olmuş ve
Amerika Avrupa devletleri ile birleşerek saldırganlara karşı savaşmıştır.
2) Monroe Doktirinin tatbikattaki ikinci özelliği, Birleşik Amerika'nın
Latin Amerika ülkeleri üzerinde kurduğu ekonomik ve siyasi
nüfuz ve hatta kontroldur. Gerçekten, Latin Amerika ülkelerinin
İspanyol Sömürgeciliğinden yakalarını kurtarıp bağımsızlığını
kazanmalarında, Birleşik Amerika'nın Avrupa devletleri karşısında takındığı
tutum ve Monroe Doktrini çok önemli ve müessir bir rol oynamıştı.
Bundan dolayı Latin Amerika ülkeleri Birleşik Amerika'ya bundan
sonra bir ağabey olarak bakmışlardır. Bu ise, Avrupayı Amerika'lılardan
çıkaran ve uzaklaştıran Birleşik Amerika'ya bu ülkeler üzerinde
siyasal bir nüfuz ve etki kurmak imkanını sağlamıştır. Özellikle
19'uncu yüzyılın sonlarına doğru Amerikan ekonomisi gelişip güçlendikçe
Amerika bu ülkeler üzerinde bir de ekonomik etki ve kontrola sahip
olmaya başlamıştır. Birleşik Amerika, Latin Amerika ülkeleri üzerindeki
bu etkisini, çıplak bir nüfuz ve kontrol şeklinden çıkarmak için
1880'lerden itibaren Pan-Amerikanizm, yani bir Amerikalılar Birliği
fikrini ortaya atmıştır. Bu fikir, Pan-Cermanizm, Pan-İslavizm gibi,
bütün Amerikalıların bir araya gelmesini ifade ediyordu. Pan-Amerikanizm,
bütün Amerikan ülkeleri arasında bir kader ortaklığı yaratmaya
ve her iki kıtadaki milletlerin ortak meseleleri üzerine eğilmeye
çalışmıştır.
İİ'inci Dünya Savaşından sonra milletlerarası politikanın yapısında
ve şartlarında meydana gelen değişmeler sonucu, Birleşik Amerika'nın
Latin Amerika ülkeleri üzerindeki etki ve kontrolu bir hayli
azalmış bulunmaktadır.
3) Monroe Doktrini ile Amerika Avrupadan kaçmakla beraber,
19'uncu yüzyıl boyunca Amerikan dış politikasının geçirdiği gelişmeler,
Amerika'yı Atlantiğin ötesinde değil, Pasifiğin ötesinde Avrupa devletleri
ile karşı karşıya getirmiş ve Amerika Avrupa devletlerinin politikalarına
dolaylı olarak katılmak zorunda kalmıştır. Bu gelişmeyi
şu şekilde özetleyebiliriz:Amerika bağımsız olduğu zaman, sadece Atlantik kıyılarında 13
koloni halindeydi. 1803 yılında Napolyon, bütün Missisipi nehri bölgesini
kapsayan ve bir Fransız sömürgesi olan Louisiona sömürgesini
Birleşik Amerika'ya para ile sattı ve bu suretle Amerika'nın toprakları
kıtanın ortalarına kadar genişlemiş oldu. Bundan sonra Amerika
bir yandan da yeni ekonomik kaynaklar bulmak amacı ile Pasifik
kıyılarına doğru topraklarını genişletmeye çalıştı. İlk önce Florida'yı
İspanya'dan alan Amerika, 1840'larda İspanya ile yaptığı savaşlarla
bugün Amerika'nın güney eyaletlerini teşkil eden Kaliforniya, Yeni
Meksiko, Arizona ve Texas topraklarını ele geçirdi. Böylece 19'uncu yüzyılın
ortaları geldiğinde, Birleşik Amerika Pasifik kıyılarına kadar
ulaşmış ve yayılmış bulunmaktaydı. Amerikan halkı Pasifik kıyılarına
ulaştıkdan sonra, denizcilik ve balıkçılık sebebi ile Pasifik Okyanusunda
faaliyette bulundular ve bunun sonucu olarak başta Hawaii
adaları olmak üzere bir takım adaları ele geçirdiler. 1842'den itibaren
Çin'in ve 1854'ten itibaren de Japonya'nın batıya açılması sonucu,
diğer Avrupa devletlerinin yaptığı gibi, Amerika da özellikle Çin
ile ilgilenmeye başladı. Çin'de yatırımlar yaparak bu ülkede bir takım
ekonomik çıkarlar kurdu. Bu sırada bütün Avrupa devletleri de
Çin'i sömürmek için Çin'in başına üşüşmüşler ve sömürmeye başlamışlardı.
Öte yandan, 19'uncu yüzyılın sonunda Amerika'nın İspanya ile yaptığı
bir savaşın sonucu Amerika Uzak Doğu'ya daha fazla girdi. Bu
savaş Küba yüzünden çıkmıştır. Küba bir İspanyol sömürgesiydi. Küba'lılar1868 yılından beri bağımsızlık için İspanya ile mücadele etmekteydiler.
Birleşik Amerika Küba'nın bağımsızlık mücadelesine
doğrudan karışmamakla beraber, bu bağımsızlık hareketini destekliyordu.
Çünkü, bir defa İspanya'nın Küba'dan çıkması demek, son
Avrupa devletinin Amerika kıtalarından uzaklaşması demek olacaktı.
İkincisi, Küba çok şeker üretiyordu ve Amerika Küba'da şeker kamışı
tarımına önemli yatırımlar yapmıştı. Üçüncüsü, İspanya'nın Küba'da
bulunmasını Amerika kendi güvenliği ve aynı zamanda Orta Amerika'nın
güvenliği bakımından da hoş karşılamıyordu. Küba hilal şeklindeki
Meksika körfezinin ağzında bulunuyordu ve İspanya, hem
Birleşik Amerika'nın güney kısımlarını ve hem de Orta Amerika'daki
ülkeleri kontrol edebilecek durumdaydı. Yani Amerika için Küba'nın
stratejik ehemmiyeti vardı.
Söylediğimiz gibi, Küba'nın bağımsızlık mücadelesine Amerika
doğrudan doğruya karışmak istemedi. Fakat 1895 yılından itibaren
Küba'daki bağımsızlık mücadelesi şiddetlenince işin şekli değişti. Küba'lı
milliyetçilerle İspanyollar arasındaki silahlı mücadele, Küba'da
bulunan Amerikalıların can ve mal güvenliğini tehdit eder bir hal alması
üzerine Amerika Havana limanına, Amerikalıları korumak amacı
ile bir savaş gemisi gönderdi. Bu gemi 1898 Şubatında bir gece
bilinmeyen sebeplerle infilak etti ve battı, 260 kişi öldü. Bu olay Amerikan
kamu oyunda büyük tepki yarattı ve bu işi İspanyolların yaptığı
kanısına varıldı. Bunun üzerine Amerika 1898 Nisanında İspanya'ya
savaş açtı. Bu savaş birkaç ay sürdü ve İspanya ile Amerika arasında
barış yapıldı. Bu barış ile İspanya Filipinleri, Pasifikteki Guam
adasını ve Karayipler Denizinde bulunan ve Küba'ya yakın olan
Puerto Rico adasını Amerika'ya terketti. Bu toprak kayıplarına karşılık
Amerika da İspanya'ya 20 milyon dolar ödedi.
Filipinlerin Amerika'nın eline geçmesi, Amerika'nın Uzak Doğu
politikasının içine daha fazla girmesinde yeni bir faktör olmaktaydı.
Başka bir deyimle, Filipinleri ele geçiren Amerika şimdi bir Uzak
Doğu devleti oluyordu.
Yorum Gönder