1935-36'da Faşist İtalya Habeşistan'ı işgal etti. Bu olay Doğu
Akdeniz ve Orta Doğu bölgesindeki kuvvet dengesinin yapısında
önemli bir değişiklik meydana getiriyordu. Çünkü, İtalya denizaşırı
bir ülke olan Habeşistan'ı kuvvetli bir donanma ile ele geçirmeyi başarmıştı.
Yani; şimdi İtalya Akdenizde büyük bir deniz gücü olarak
ortaya çıkıyordu. Halbuki bütün 19'uncu yüzyıl boyunca İngiltere Akdeniz'de
hakim olan tek kuvvet idi. İtalyan deniz gücünün ortaya çıkışı
İngiltere'nin Akdenizdeki üstünlüğüne ve hakimiyetine karşı bir meydan
okuma olduğu kadar, İngiltere'nin İmparatorluk Yolu bakımından da
büyük bir tehlike ortaya çıkıyordu. İngiltere bu yeni duruma
bir çare aramak zorunda kaldı ve bunun sonucu olarak, Doğu Akdeniz'in
yeni bir devleti olan Türkiye ile münasebetlerini düzeltip, Türkiye'ye
dayanma yoluna gitmek istedi. Atatürk İngiltere'nin Türkiye'ye
yaklaşma isteğini olumlu karşıladı. Çünkü Faşist İtalya şimdi
Doğu Akdeniz'de sadece İngiltere için değil, Türkiye içinde bir tehlike
olarak ortaya çıkıyordu. Faşist Partisi 1922 yılında İtalya'da iktidara
geldi. Faşist partisinin lideri ve başbakan Mussolini, daha ilk
günlerden itibaren gözlerini Anadolu'ya da çevirdi. Mussolini eski
Roma İmparatorluğunu canlandırmaktan söz ediyordu. Bilindiği gibi
Roma İmparatorluğunun sınırlarına Anadolu'nun Ege ve Akdeniz sahilleri
de dahildi. Tasarıları böyle olan İtalya'nın Akdenizde bir denizgücü
olarak ortaya çıkması, Türkiye'ye yakın bir İtalyan tehlikesinin
yönelmesi demekti. Akdenizde güçlü olan İtalya'ya karşı, denizgücü kuvvetli olan İtalya'ya karşı, deniz gücü zayıf olan Sovyet
Rusya bir denge unsuru olabilir miydi? Tabii ki olamazdı. Türkiye
denizlerde güçlü olan İngiltere'ye dayanabilirdi. Bundan dolayı, 1936
yılından itibaren Türk-İngiliz münasebetleri hızlı bir gelişme gösterdi.
Türkiye, İtalya'ya karşı İngiltere'ye dayanma yoluna giderken
dış politikasının temel unsuru olarak Sovyet Rusya'dan vazgeçmek
niyetinde değildi. Türkiye hem İngiltere'ye ve hem de Rusya'ya dayanarak
güvenliğini daha da güçlendirmek istiyordu. Fakat Sovyetler
bunu böyle anlamadılar ve anlamak istemediler. Türk-İngiliz münasebetlerinin
gelişmesi Rusya'yı hoşnut bırakmadı. Sovyetler Türkiye'nin
kendilerinden başka hiç bir devletle yakın bağlar kurmasını
istemedi. Bu sebepten, Türk-İngiliz münasebetleri artan bir şekilde
gelişirken, 1936'dan itibaren, Türkiye'nin bütün çabalarına rağmen
Sovyet Rusya Türkiye'den uzaklaşmaya başladı. Bu uzaklaşma 1939-46
arasında en şiddetli safhasına varacak ve bugüne kadar devam edecektir.
1945'ten Bugüne TÜRKİYE
1936'dan itibaren Türkiye'nin bütün iyi niyetlerine rağmen, Sovyet
Rusya'nın Türkiye'den uzaklaşması; 1939 yılından, yani İİ'inci Dünya
Savaşından itibaren Türkiye üzerinde bir Sovyet Rusya tehdidinin
yeniden ortaya çıkması sonucu verdi. Daha ileride ayrıntıları ile
gireceğimiz gibi, 1939 yılında, İİ'inci Dünya Savaşı patlamadan biraz önce,
Sovyet Rusya Nazi Almanyası ile bir işbirliğine girişmiş, saldırganlık
ve emperyalizm konusunda Nazi Almanya'sı ile bir ortaklık kurmuş
ve bu çerçeve içinde de Türkiye'ye karşı eski tutumunu tamamen
değiştirerek bir düşmanlık ve emperyalizm politikası içine girmiştir.
Sovyet Rusya'nın Nazi Almanya'sı ile işbirliği kısa sürerek 1941
yılından Nazi Almanya'sının Rusya'ya saldırmasına rağmen, Sovyetler
Türkiye'ye karşı tutumlarını değiştirmemişlerdir. Bu şartlar içerisinde
1945 yılına kadar İngiltere Türk dış politikasının temel dayanak
noktası olmaya devam etmiştir.
İİ'inci Dünya Savaşının sona erdiği 1945 yılından itibaren dünya şartları,
bilhassa Avrupadaki kuvvet dengesi münasebetleri tamamiyle
değişmeye başladı. Savaş milletlerarası politikanın kuvvet merkezi
olan pek çok devleti tasfiye etti. Nazi Almanya'sı, Faşist İtalya ve
Militarist Japonya savaşın yenilen devletleriydi. Fransa daha savaşın
başında Nazi Almanya'sına yenilmiş ve Alman işgali altında kalmıştı.
İngiltere galip devletlerdendi; fakat 6 yıllık savaştan sonra o
da perişan durumdaydı. Savaşın sonunda iki büyük kuvvet ayakta
duruyordu: Birleşik Amerika ve Sovyet Rusya. Fakat savaşın sonunda
Birleşik Amerika'nın tekrar İnfirat politikasına dönmeyi tasarlaması,
özellikle Avrupada Sovyet Rusya'yı tek sivrilen kuvvet merkezi
olarak bırakıyordu. Sovyet Rusya savaş sonrasının bu şartlarından
yararlanarak, kendi yayılma ve emperyalizmini, komünizm emperyalizmini
gerçekleştirmek için harekete geçti. Polonya, Çekoslovakya,Macaristan ve Bulgaristan gibi kendi sınırları üzerinde bulunan ülkeleri,
Almanya'nın hegemonyasından kurtarmak bahanesiyle askeri
işgal altına aldı ve buralarda komünist rejimler kurdu. Bütün Avrupada
bir tehdit durumu yarattı. Keza ta çarlık Rusya'sının emeli olan
Akdenize inme amacını gerçekleştirmek üzere, İran, Türkiye ve Yunanistan
üzerine ağır baskılar yaptı ve tehditler yarattı. Türkiye'den
İstanbul ve Çanakkale Boğazlarına yerleşme hakkını ve ayrıca Kars,
Ardahan gibi Doğu Anadolu topraklarımızın kendisine terkedilmesini
istedi. Hatta bu toprak istekleri Trabzon ve Gümüşhane'ye kadar
uzanıyordu. O kadar ki, 1945-46 yılları Türkiye ve Türk Milleti için bir
hayat-memat günleri oldu. Türkiye her an bir Sovyet saldırısını bekledi.
Bu şartlar altında, savaştan yorgun çıkan İngiltere'nin, bu Sovyet
baskı ve tehditlerine karşı bir denge unsuru olması beklenemezdi.
Nitekim İngiltere de bu durumu Türkiye ve Birleşik Amerika'ya açıkça
bildirmiştir.
O zaman ki Türk yöneticileri de, daha İİ'inci Dünya Savaşı sırasında
görmüşlerdir ki, İngiltere Türkiye'ye yönelen Sovyet tehlikesine karşı
bir denge unsuru olamıyacaktır. Bu sebeple, daha o tarihten itibaren
Sovyet Rusya karşısında Birleşik Amerika'ya dayanma ve Birleşik
Amerika'da bir destek bulma imkanlarını aramaya başlamışlardır.
Birleşik Amerika, 1945-46 yıllarında Sovyet Rusya tehlikesinin ve
milletlerarası komünizm emperyalizmlnin niteliğini ilk önce kavrayamamıştır.
Fakat sonra, 1946'da İran'ı Sovyet Rusya'ya karşı savunduğu
gibi, Türkiye ve Yunanistan'ı da 1947 yılından itibaren Sovyetlere
karşı desteklemeye karar vermiştir. Bu olay Birleşik Amerika'nın bir
destek ve dayanak unsuru olarak Türk dış politikasına girmesinin
başlangıcını teşkil eder. Avrupadaki Sovyet yayılma ve emperyalizmine
karşı 1949 yılında Atlantik İttifakı (NATO) kurulduktan sonra,
1952 yılında Türkiye de bu ittifaka dahil olmuş ve ancak bu suretle
Sovyet Rusya karşısında güvenliğini sağlayabilmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu Üzerinde Büyük Devletlerin Mücadelesi
19'uncu yüzyıl içerislnde Osmanlı İmparatorluğunun çeşitli alanları
tiüyük devletler arasındaki mücadelelere konu olmuştur. Bunları şu
şekilde sıralayabiliriz:
A) Boğazlar üzerinde İngiliz-Rus mücadelesi;
B) Balkanlar üzerinde Avusturya-Rusya mücadelesi;
C) Mısır üzerinde İngiliz-Fransız mücadelesi;
C) Osmanlı İmparatorluğunun Orta Doğu Topraklarında İngiliz-Almanmücadelesi;
Osmanlı İmparatorluğunun çeşitli alanları üzerindeki büyük devletler
mücadelesine, bundan önce ele aldığımız çeşitli konularda yeteri
kadar değinmiştik. Bu sebeple, bu kısımda bunlara kısaca değinip,
daha ziyade, o konular içinde dokunmadığımız noktaları belirtmekle
yetineceğiz.
A) Boğazlar Üzerindeki İngiliz-Rus Mücadelesi
Bu mücadelenin mahiyetini, Osmanlı devletinin denge politikasının
ilk devresi olan 1791-1878 devresini açıklarken belirtmiştik.
Rusya'nın Türk Boğazlarını ele geçirerek Akdeniz'e inmek istemesini
İngiltere, Hindistanla bağlantısını sağlayan İmparatorluk Yolu'nun
güvenliği bakımından endişe ile karşılamış ve bunu her vasıta ile
önlemeye çalışmıştır. Rusya bakımından ise mesele şuydu: 15'inci yüzyılın
sonunda kurulan Rus Çarlığı, başlangıçta tamamen bir kara
devleti idi ve denizlerle bağlantısı yoktu. Rus Çarlığının deniz kıyılarına
ulaşabilmesi için iki istikamette topraklarını genişletmesi gerekiyordu:
Biri, Baltık Denizi, diğeri de Karadeniz. Lakin her iki istikamette
de karşısına birer engel çıktı. Baltık denizine çıkmasında
İsveç ve Karadenize ulaşmasında da, Osmanlı Devletine bağlı Kırım
Hanlığı, yani Osmanlı Devleti.1699'da Karlofça Antlaşması ile Azak kalesini alan Rusya, ilk
defa olarak, Karadeniz kıyılarına ayak basıyordu. İsveç ile yaptığı savaş
sonunda 1721'de imzalanan Nystad barışı ile de Rusya Baltık kıyılarına
çıktı. Bundan sonra Rusya, bütün 18'inci yüzyıl boyunca, hem
Kafkaslar, hem de Balkanlar doğrultusunda olmak üzere Karadenizdeki
kıyılarını genişletmiş ve Balkanlarda Osmanlı-Rus sınırı 1792 Yaş
anlaşması ile Tunanın kollarından Prut nehri olmuştu. Böylece bütün
kuzey Karadeniz kıyılarını ele geçiren Rusya'nın 19'uncu yüzyıl içindeki
çabaları İstanbul ve Çanakkale boğazlarının ele geçirilmesine, hiç
değilse, bu Boğazların kendisine devamlı olarak açık olması amacına
yönelmiştir. Bununla beraber Rusya'nın bu Boğazlar politikasına paralel
olarak yürüttüğü diğer bir politika da Balkanlar politikası olmuştur.
Çünkü, Rusya Balkanları ele geçirdiği ve Osmanlı devletini Balkanlardan
çıkarıp Balkan yarımadasına hakim olduğu takdirde, Ege
Denizi ve Akdeniz'e çıkabileceği gibi, Boğazlar üzerinde bir baskı
imkanı da elde edecekti. Bu sebeple, Rusya'nın sadece Boğazlar konusundaki
faaliyeti değil, Balkanlar'daki faaliyetleri de İngiltere'yi 19'uncu
yüzyılda endişeye sevkeden bir faktör olmuştur.
İngiltere Rusya'nın Boğazlardan Akdenize inmesini önlemek amacıyla
Osmanlı Devletinin bağımsızlık ve toprak bütünlüğünü korumaya
çalışmakla birlikte, Boğazlarla ilgili başka bir nokta da vardı. Boğazlar
Osmanlı Devletinin egemenliği altındaydı ve egemen bir devlet
olarak da Osmanlı Devleti Boğazları istediği devletin savaş gemilerineaçmaya ve kapamaya yetkili idi. Osmanlı Devletinin bu yetkisi,
İngiltere için zaman zaman hoşlanmadığı durumlar ortaya çıkarmıştır.
Mesela, Napolyon'un Mısır'ı işgali üzerine Rusya 1798'de Osmanlı
Devleti ile yaptığı ittifak antlaşması ile, Rus savaş gemilerinin
Boğazlardan serbestçe geçmesi hakkını elde etmiş ve 1805'de yapılan
ikinci bir anlaşma ile de bu hak devam ettirildiği gibi, ayrıca
Rusya Boğazları başka bir devlete karşı Osmanlı Devleti ile birlikte
savunacaktı.
Mehmet Ali isyanı sırasında Osmanlı Devletinin sıkışık durumundan
istifade ederek Rusyanın Osmanlı Devleti ile imzaladığı 1833
Hünkar İskelesi Antlaşması ise, gerçekte bir ittifak antlaşması olmakla
beraber, aynı zamanda Rusyaya yönelecek bir saldırıya karşı
Osmanlı Devletinin Boğazları kapamasını da öngörmekteydi. Fakat
diğer Avrupa devletleri bu antlaşmanın Boğazları Rusyaya açtığı
inancında olmuşlardır.
Bu anlaşmalar İngiltere'nin hoşuna gitmemiştir. Bu sebepten, bu
tarihten sonra İngiltere, barış zamanında başka devletlerin savaş
gemilerinin Boğazlardan geçmesi meselesini Osmanlı Devletinin yetkisinden
çıkarıp, bunu milletlerarası bir statüye bağlamak istemiştir.
İngiltere buna 1841 Boğazlar Sözleşmesi ile muvaffak olmuştur.
Bütün Avrupa devletlerinin imzaladığı bu sözleşmeye göre; barış zamanında,
hiç bir yabancı devletin savaş gemileri Boğazlardan geçmiyecekti.
Yani, Boğazların Kapalılığı ilkesi kabul ediliyordu. Osmanlı
devletinin kendisi savaşa girerse, Boğazları istediğine açar, istediğine
kapardı. Bu suretle, İngiltere 1841 Boğazlar Sözleşmesi ile Rus
savaş gemilerinin Boğazlardan geçerek Akdeniz'e çıkmasını önlemiş
olmaktaydı. Boğazların bu statüsü 1923 Lozan Boğazlar sözleşmesine
kadar devam edecektir.
1907 İngiliz-Rus anlaşması bu iki devletin münasebetlerine yeni
bir biçim getirdiği için, Boğazlar üzerindeki mücadeleyi de sona
erdirmiştir. Tabiatıyla İngiltere Boğazlar konusundaki Rus amaç ve
isteklerini hemen kabul etmedi. Fakat her iki devletin de İ'inci Dünya
Savaşına ortak cephede katılmaları, Boğazlar konusundaki Rus emellerine,
kağıt üzerinde de olsa, bir gerçekleşme sağladı. 1915 yılında
İngiltere ve Fransa, İstanbul ve Çanakkale Boğazlarını Rusya'ya vermeyi
kabul ettiler. Lakin ne var ki 1917 yılında Çarlık Rejiminin yıkılması,
1915 anlaşmasının fiiliyat alanında gerçekleşmesine imkan vermedi.
B) Balkanlar Üzerindeki Avusturya-Rusya Mücadelesi
Bu mücadelenin 1870'lerden itibaren nasıl ortaya çıktığını, daha
yukarıda Bismarck politikasını ve 1871'den sonra Avusturya-Macaristan
İmparatorluğunun niçin yeni Alman İmparatorluğuna dayanmak
zorunda olduğunu açıklarken belirtmiştik. Bu sebeple bu konuyu
tekrar etmeyeceğiz. Fakat şu kadarını ilave edelim ki, Rusya'nın
1870'lerden itibaren Pancermen blokuna karşı takibe başladığı Panislavizm
politikası dolayısiyle, Balkanlardan kuzey-güney doğrultusunda
inmeye çalışması, Balkan yarımadasında Bir Avusturya-Rusya
mücadelesini ortaya atmakla beraber, öte yandan Avusturya-Macaristanın
Bosna-Herkes topraklarını alarak Adriyatik Denizine çıkmak
istemesi, 19'uncu yüzyılın sonlarına doğru kendisini, yine Adriyatik denizine
Bosna-Hersek üzerinden çıkmak isteyen Sırbistan'la da çok
daha şiddetli bir çatışma içine sokmuştur. Bu çatışma o kadar şiddetli
olmuştur ki, İ'inci Dünya Savaşı neredeyse 1914 yılında değil 1908
yılında çıkacaktı. Bu konuyu, İ'inci Dünya Savaşının geniş ve derin
sebeplerini açıklarken daha ayrıntılı bir şekilde belirteceğiz.
C) Mısır Üzerindeki İngiliz-Fransız Mücadelesi
Üçlü İtilafın ikinci halkasını teşkil eden 1904 İngiliz Fransız anlaşmasını
ve bu anlaşmadan önce iki devletin içinde bulunduğu çatışma
ve mücadelelerini açıklarken bu, mücadeleyi de yeteri kadar
belirtmiştik. Bu sebeple bu konuyu da tekrar etmeyeceğiz. Yalnız şu
kadarını da eklemek isteriz ki, 1904 İngiliz-Fransız anlaşması bu iki
devletin sadece Mısır üzerindeki mücadelesini sona erdirmekle kalmamış,
1904'den sonra ve özellikle İ'inci Dünya Savaşından sonra bu
iki devlet Orta-Doğu bölgesinde bir sömürgecilik işbirliğine girmişler
ve bu işbirliği 1960'lara kadar devam etmiştir.
Yorum Gönder