Osmanlı Devletinin 1. Dünya savaşına Katılması Osmanlı Devleti, yukarıda da açıkladığımız gibi, Balkan Savaşlarındaki
yenilginin etkisi ile ordu ve donanmasını ıslah etme işlerine
girişirken, bir yandan da iki bloka ayrılmış Avrupa'da kendisini
yalnızlıktan kurtarmak için birtakım ittifak teşebbüslerinde bulunmuştu.
Osmanlı Devleti ilk ittifak teşebbüsünü, geleneksel dostu saydığı
İngiltere nezdinde yapmıştı. İtalya'nın Trablusgarb'a saldırması,
Osmanlı Devleti adamlarında Üçlü İttifaka karşı bir antipati uyandırmıştı.
Tabii, ayrıca Avusturya'nın Balkan politikası ve Bosna-Hersek'i
ilhak etmiş olması da bu antipatide rol oynuyordu. Bu şartlar
içinde Maliye Nazırı Cavit Bey, 1911 Ekiminde İngiltere Bahriye
Bakanı Winston Churchill'e bir mektup yazarak, Osmanlı Devletiyle
İngiltere arasında bir ittifak yapılmasını teklif etmişse de,
Churchill, Dışişleri Bakanı Crey'e danıştıktan sonra verdiği cevapta,
"Şimdilik yeni siyasi bağlar altına giremeyiz" diyerek, ittifak
teklifini reddetmiştir.
İkinci ittifak teşebbüsü Bulgaristanla oldu. İttifak teklifi
Bulgaristan'dan geldi. İstanbul'da 1913 yazında Türk-Bulgar barışgörüşmeleri yapılırken, Bulgarlar Osmanlı Devletiyle bir ittifak yapmak
istediler. Zira Bulgaristan Makedonya üzerindeki geniş ihtiraslarını
gerçekleştiremediği gibi, birinci Balkan savaşında kazandığı toprakların
bir kısmını da ikinci Balkan savaşının sonunda elinden kaçırmıştı.
Osmanlı Devleti de, Balkan savaşlarının sonunda kaybettiği
Limni, Midilli, Sakız gibi adaları Yunanistan'ın elinde bırakmamak
için Yunanlılarla bir mücadeleye kararlı olduğundan, bu teklifi kabul
etti ve İstanbul'da görüşmeler yapıldı ve bir ittifak tasarısı hazırlandı.
Fakat bu tasarı gerçekleşemedi ve, sonraki görüşmeler de
uzayarak bir sonuca varamadı. Çünkü, bir defa, Bulgarlar Makedonya'dan
çok geniş topraklar istiyorlardı. Bulgaristan Osmanlı Devletine
sırtını dayayıp topraklarını genişletmek istiyordu. Öte yandan,
Bulgaristan, Türk-Bulgar ittifakına Almanyayı da sokmak istemiş,
fakat Almanya bu ittifaka katılmaya yanaşmamıştı. Böylece ikinci
teşebbüs de sonuçsuz kaldı.
Osmanlı Devletinin üçüncü ittifak teşebbüsü Fransa nezdinde
oldu. Bahriye Nazırı ve Türk-Fransız Dostluk Cemiyeti Başkanı Cemal
Paşa, 1914 Temmuzu başlarında Fransız donanmasının manevralarına
davet edilmişti. Cemal Paşa Fransız Dışişleri Bakanlığı yetkilileri
ile tamasa geçerek, Fransa ile Osmanlı Devleti arasında bir
ittifakı gerçekleştirmek istedi. Cemal Paşaya göre, Saray-Bosna
olayı bir genel savaşa varacaktı ve İtilaf Devletlerinin Merkezi Devletleri
çember içine almak için bir boşluk kalmıştı, o da Osmanlı
Devletiydi. Eğer İtllaf Devletleri Osmanlı Devletini de kendi ittifaklarına
alırlarsa, o zaman Merkezi Devletler tamamen sarılmış olurdu.
Fransız hükümeti Cemal Paşa'nın teklifine verdiği cevapta, Rusya
razı olmadıkça bu ittifakın gerçekleşemiyeceği idi. Bu, teklifin
reddi idi.
Osmanlı Devletinin İtilaf Devletleri blokuna katılmak için yaptığı
bu ikinci teşebbüsün de gerçekleşmemiş olması, Osmanlı Devletini
ister istemez Almanya'nın kucağına atmıştır. Kabinede Alman
ittifakına taraftar olanların başında Sadrazam Sait Halim Paşa, Harbiye
Nazırı Enver Paşa, Dahiliye Nazırı Talat Bey ve Meclis Reisi Halil
Bey geliyordu. Bununla beraber, Üçlü İttifak blokuna katılma teklifi
ilk önce Avusturya'dan gelmiş, bu teklif üzerine Osmanlı Devletİ 22
Temmuzda ittifak için Almanyaya başvurmuş ve İİ'inci Wilhelm'in isteği
üzerine Almanya Osmanlı Devletiyle ittifak görüşmelerine başlamıştır.
İttifak görüşmeleri 27 Temmuzda İstanbul'da başlamış ve 2
Ağustos 1914'de de Türk-Alman ittifakı imzalanmıştır. İtilaf Devletleri
taraftarı olarak bilinen Maliye Nazırı Cavit Bey ile Bahriye
Nazırı Cemal Paşa ve kabinenin diğer birçok üyeleri, bu gizli görüşmelerden
haberdar edilmemişler ancak ittifak imzalandıktan
sonra kendilerine haber verilmiştir.
Bu ittifaka göre:
1) İki devlet, Avusturya ile Sırbistan arasında çıkan bir anlaşmazlıkta
tam bir tarafsızlık göstereceklerdir.
2) Rusya'nın aldığı askeri tedbirler sonunda, Avusturya ile Rusya
savaşa tutuşur ve Almanya da Avusturya'nın yardımına gitmek
zorunda kalırsa, Osmanlı Devleti de savaşa katılacaktır.
3) Osmanlı Devleti tehdit altında kalırsa, Almanya Osmanlı Devletini
silahla savunacaktır.
4) İttifak 1918 yılı sonuna kadar devam edecek ve taraflardan
biri feshetmezse, beş yıl için yeniden yürürlükte olacaktır.
4 Ağustos 1914 günü dünya savaşı patlak verdiği zaman Osmanlı
Devleti bu şekilde zarlarını kesin olarak atmak zorunda bulunmuştu.
Fakat savaşın patlamasiyle birlikte, Türk-Alman ittifakının varlığını
bilmeyen İtilaf Devletleri, Osmanlı Devletinin tarafsızlığını sağlamak
için çaba harcadılar. Çünkü, Osmanlı Devleti tarafsız olursa,
Müttefikler (yani İtilaf Devletleri) Rusyaya yardım edebilmek için
Boğazlardan serbestçe geçebileceklerdi. Gerçekten, Osmanlı Devleti
de ittifak imzalamakla beraber, hemen savaşa girmeye taraftar değildi
ve bunun için de savaşın patlaması karşısında tarafsızlığını
ilan etmişti. Osmanlı Devletinin tarafsızlığına özellikle Rusya önem
veriyordu. Bu sebeple Müttefikler Osmanlı Devletinin savaş boyunca
tarafsız kalması için bu devlet nezdinde bazı teşebbüslerde bulundular.
Fakat Osmanlı Devletinin tarafsızlığa karşılık ileri sürdüğü
isteklerin en hafifi sayılabilecek olan, kapitülasyonların kaldırılması
konusunda bile kesin bir taahhüde girişmek istemediler. Ege adalarının
tekrar Osmanlı Devletine verilmesi, Mısır meselesinin çözümlenmesi
gibi toprak isteklerine ise hiç yanaşmadılar. Bu istekler
karşısında dikbaşlılık özellikle İngiltere'den gelmiştir. Bir yazarın
dediği gibi, İngiltere, Türkleri bile bile kızdırmak ve onları Kayzer'in
kollarına itmek isteseydi, bundan daha başka türlü hareket edemezdi.
Osmanlı Devleti savaş karşısında tarafsızlığını ilan etmekle beraber,
Ağustosun ilk haftasından itibaren olaylar ve Almanya'nın çabaları
Osmanlı Devletini savaşa katılmaya sürüklemiştir.
Bu olayların ilkini, iki Alman savaş gemisinin Boğazlara sığınması
teşkil eder. Akdeniz'de İngiliz donanmasının takibine uğrayan
Goeben ve Breslau adlı iki Alman savaş gemisi 10 Ağustosta Çanakkaleye
sığındı. Osmanlı Devletinin tarafsız devlet olarak bu gemileri
enterne etmesi, yani bu gemilerin silahlarını sökmesi ve personelini
de gözaltına alması gerekirdi. Lakin Almanya buna şiddetle itiraz
etti. Bunun üzerine, güya Osmanlı Devleti bu gemileri daha önce
Almanya'dan satın almış oldu ve gemilere Türk bayrağı çekilerek,
tayfalara da fes giydirildi ve Goeben'e Yavuz ve Breslau'a da Midilli
adları verilerek Osmanlı donanmasına katıldı. Bu tevil, İtilaf devletlerinin
gözünden kaçmadıysa da, Osmanlı Devletini tarafsızlıktan
ayırmak istemediklerinden seslerini çıkarmadılar.
Bu olaydan sonra Osmanlı donanması, bu iki geminin komutanı
olan Amiral Souchon'un komutası altına verildi ki, bu durum Osmanlı
Devletinin savaşa katılmasında büyük rol oynacaktır.
Öte yandan Almanya da Osmanlı Devletini savaşa girmeye zorlamaya
başlamıştı, Bunun özellikle Avusturya istiyordu. Çünkü Osmanlı
Devleti savaşa girerse, Kafkas cephesinde bir kısım Rus kuvvetlerini
üzerine çekeceğinden, Avusturya ve Almanya'nın yükü hafifleyecekti.
Osmanlı Devleti bu baskılara karşı koymaya çalıştı. Bir
defa, seferberlik henüz tamamlanmamıştı. İkincisi, Bulgaristan savaşa
katılmadıkça ve Romanya'nın tarafsızlığı sağlanmadıkça savaşa
katılmaya niyetli değildi. Özellikle bu son sebepten ötürü, Osmanlı
Devleti Bulgaristan'ı da savaşa sokmak için bu devlet nezdinde
teşebbüste bulundu. Lakin Bulgaristan Romanya'dan çekiniyordu
ve onun tarafsız kalmasını istiyordu. Osmanlı Devleti Romanya'nın
tarafsızlığını sağlamak için de çaba harcadıysa da, bu devlet
tarafsızlık konusunda bir taahhütte bulunmaya yanaşmadı.
Bu sırada Eylül ayı gelmişti. Marne muharebeleri, Almanya'nın
Fransayı 6 haftada yere serme planını suya düşürmüştü. Onun içln
Almanya'nın Osmanlı Devletini de savaşa sokmak için baskıları arttı.
Almanya şimdi Rusya ile esaslı bir mücadeleye girdiğine göre ve
Avusturya da Rusya karşısında pek birşey yapamadığına göre, Osmanlı
Devletinin de Rusyaya bir cephe açmasını istiyordu. Şimdi
Osmanlı Devleti seferberliğini de tamamladığı için, elinde savaşa
katılmamak hususunda bir sebep de kalmamıştı. Fakat yeni bir bahane
bulmaktan da geri kalmadı: Devletin mali durumu iyi değildi
ve borç paraya ihtiyacı vardı. Almanya bunun üzerine Osmanlı Devletine
borç verdi. Lakin Osmanlı Devleti yine Almanyayı oyalamak
için uğraştı.
Almanya bu şekilde Osmanlı Devleti için baskıda bulunurken
öte yandan İstanbul'daki Alman askeri yardım heyeti de Osmanlı
Devletini savaşa sokmak için çabalıyordu. Başta Harbiye Nazırı Enver
Paşa olmak üzere, kabinenin bazı üyeleri de devletin savaşa
girmesini istiyorlardı. Bunun sonucu olarak, Enver Paşa'nın emri ile
Amiral Souchon Osmanlı donanmasını alarak 29-30 Ekim 1914 gecesi
Karadenize çıktı ve Odesa ve Sivastopol gibi Rus limanlarını topa
tuttu.
Bu olay üzerine İngiltere, Fransa ve Rusya, Osmanlı Devletine
savaş ilan ettiler. Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşına böyle giriyor
ve Osmanlı İmparatorluğunun sonu tamamlanıyordu.
1915 Yılı
A) Osmanlı Devletinin Cephe Durumu
Gerek Almanya ve gerek Osmanlı Devleti, savaşa katılırken,
Rusya ile İngiliz İmparatorluğu içindeki Müslümanları ayaklandırmanın
bu iki devlete büyük gaileler çıkaracağını ümit etmişlerdi.
Çünkü Osmanlı Padişahının Halife'lik sıfatı ve bu sıfatla Müslümanlık
aleminin dinsel lideri olması dolayısiyle, Cihad-ı Mukaddes ilan
edildiği takdirde, bütün Müslümanlığın hıristiyanlara karşı ayaklanacağı
sanılıyordu. Gerçekten Şeyhülislam 23 Kasım 1914 de Cihad-ı
Mukaddes ilan ederek, Kırım, Türkistan, Hindistan, Afganistan ve
Afrika Müslümanlarını hıristiyan milletler olan İngiltere, Fransa ve
Rusyaya karşı savaşa davet etti. Lakin bundan hiçbir sonuç çıkmadı.
Irak'da Türk askeri sadece İngiliz kurşunu ile değil, Müslüman Arabın
kurşunu ile de çölde şehit düşecektir. Çanakkale'de kanlarını
ve hayatlarını verenler Müslümanlığı değil, vatanlarını savunanlar
olacaktır. Hind Müslümanları ise, Irak ve Mısır cephelerinde Halifenin
Müslüman-Türk askerine karşı çarpışmakta tereddüt göstermeyecektir.
Osmanlı Devletinin Almanlarla birlikte yaptığı savaş planının
esasları şöyleydi: 1) Doğu Anadolu ve Kafkasya üzerinden Rusyaya
bir darbe vurmak. Cihad-ı Mukaddes sebebiyle, bu cephede Kafkasya
ve Orta Asya Türklerinin ayaklanmasına güvenilmişti. 2) İngiltere'nin
ana imparatorluk yolunu kesmek için Süveyş Kanalına ve
Mısır'a karşı harekete geçmek. Bu cephede de Trablusgarp ve Sudan
Müslümanlarına güvenilmekteydi. 3) Ege ve Akdeniz'de İngiliz
ve Fransız donanmaları egemen olduğundan, Çanakkaleyi korumak
için Trakyada önemli bir kuvvet bırakılması.
Bu Türk-Alman planına karşılık, İngiltere de Osmanlı Devletini
hassas noktalarından vurmak için ilk önce güney Irak'da ve ondan
sonra da Çanakkalede iki cephe açınca, Osmanlı Devleti daha
savaşın başında dört cephede savaşmak zorunda kaldı. Daha sonraları
cephelerin sayısı artacaktır.
Kafkasya Cephesi : Güney Kafkasya ve kuzey İran'a girip Rusların
arkasını çevirmek için, Başkomutan Enver Paşa, 20 Aralık 1914
de, 150.000 kişilik bir Türk kuvvetine Sarıkamış-Umraniye istikametinde
taarruz emri verdi. Bu cephede Rusya'nın da 160.000 kişilik
bir kuvveti bulunuyordu. Bu taarruz 22 Aralık 1914'den 19 Ocak 1915'e
kadar devam ettiyse de, yüksek dağlar, yolsuzluk, soğuk, açlık ve
tifüs sebebiyle Türk kuvvetleri 90.000 kişilik bir kayıp vermesine rağmen,
Rus cephesinin arkasına düşemedi ve plan gerçekleşemedi.
Ruslar da birşey yapamamakla beraber, güneye sarkarak Malazgirt-Van
bölgesine uzandılar.
Doğu cephesinde faaliyet, Çanakkale teşebbüsünün başarısızlığı
sebebiyle, Rusların 1916 yılı başından itibaren taarruza geçmesiyle
başlamıştır. 1916 Şubatında Ruslar Erzurum'u, Nisanda Trabzon'u,
Temmuzda da Erzincan ve Muş'u düşürdüler.
Doğu cephesinde Türk-Alman planı suya düşmüş oluyordu.
Kanal Cephesi: Bu cepheye verilen önem dolayısiyle Cemal
Paşa, Bahriye Nazırlığı da kendisinde kalmak üzere, Suriye'deki 4'üncü
ordu komutanlığına getirilmişti. Cemal Paşa 1915 Şubatında
Kanal'ı geçmek için iki teşebbüs yaptı ise de, demiryolu ulaşımı olmaması
ve iyi bir su ikmali yapılmadıkça çölü aşmanın mümkün olmayacağını
gördü.
Çanakkale savaşları dolayısiyle bir kısım kuvvetin bu cepheden
alınması ve İngilizlerin de Çanakkaleye önem vermeleri sebebiyle,
1915 yılında bu cephede önemli bir gelişme olmadı.
Irak Cephesi: Bu cephe, iki amaçla İngilizler tarafından açılmıştır.
Biri, Abadan petrollerini korumak, ikincisi de kuzeye çıkıp
Ruslarla birleşerek, Türk kuvvetlerinin İran'a girip Hindistan'ı tehdit
etmesini önlemekti.
İngiltere 1914 Kasımında Hindistan'dan getirdiği kuvvetleri Basraya
çıkardı ve kuzeye ilerledi. 1915 Eylülünde İngilizler, Bağdat'ın
160 kilometre güneyindekt Kut-el-Amara'ya girdiler. Lakin Türk kuvvetleri
biraz kuzeyde Selmanı Pak'da kuvvetli bir savunma kurmuşlardı.
Kasım ayında burada İngilizlerin yaptıkları taarruz kendilerine
çok pahalıya maloldu ve kuvvetlerinin üçte birini kaybeden İngilizler,
yılın sonunda tekrar Kut üzerine çekildiler.
Çanakkale Savaşları: Müttefiklerin Çanakkale Boğazına karşı
teşebbüsleri daha 1914 Ağustosundan itibaren bahis konusu olmuş,
lakin Osmanlı Devleti henüz tarafsız olduğu için bu mesele üzerinde
fazla durulmamıştı. Osmanlı Devleti savaşa katıldıktan sonra ise,
yapılacak askeri bir teşebbüsle Boğazların ele geçirilmesi tasarısı
daha ciddiyetle ele alındı. Bu fikrin şampiyonu, İngiliz Bahriye Bakanı
Wiston Churchill idi ve ona göre Çanakkale Boğazı donanma
ile zorlanırsa, Boğazları ve İstanbul'u ele geçirmek mümkün olurdu.
Askerler bu fikre katılmamakla beraber ve Boğazların işgali için muhakkak
asker çıkarmak gerekeceğine inanmalarına rağmen, Churchill
fikrini kabineye ve askerlere kabul ettirmeye muvaffak oldu.
Çanakkale teşebbüsünün gayesi şu noktalarda toplanmaktaydı:
1) Boğazlar ve İstanbul Müttefiklerin eline geçerse, Osmanlı Devleti
için barışı kabullenmekten başka çare kalmaz ve bu suretle Osmanlı
İmparatorluğunun açmış olduğu ve Müttefiklerin açtığı bütün
cepheler tasfiye edilmiş olurdu. 2) Boğazlar ele geçirilirse Rusya
ile yakın temas kurulmuş olur, Rusyaya silah ve malzeme sevki
ve Rusya'nın da buğdayından faydalanma sağlanmış olurdu. 3) Osmanlı
Devletinin savaştan çekilmesi ve Müttefiklerin Boğazlara yerleşmeleri,
henüz savaşa katılmamış diğer Balkan devletleri üzerinde
de etki yapar ve bu devletler Merkezi Devletler safında savaşa
katılmaya cesaret edemezlerdi.
Bu amaçlarla ortak bir İngiliz-Fransız donanması, 19 Şubat
1915'ten itibaren, dış denizden, Çanakkale Boğazının iki tarafındaki
Türk tabyalarını bombardımana başladılar. Zaman zaman çok şiddetli
olan bu bombardımanlar 18 Marta kadar devam etti. Nihayet,
18 Mart 1915 günü, havanın güneşli, rüzgarsız ve denizin sakin olduğu
bir sırada müttefik donanması Çanakkale Boğazına girerek,
boğazı geçme teşebbüsünde bulundu. Lakin bu teşebbüs bir felaket
oldu. Boğazı geçme teşebbüsü sabah 10.45 de başlamıştı. Akşam
güneş batarken 7 müttefik gemisi Boğazın sularına gömülmüş
bulunuyordu. Bu durum karşısında müttefik donanması geri çekilmek
zorunda kaldı.
Müttefiklerin bu başarısızlığı bütün dünyada büyük yankı uyandırdı.
Olay müttefiklerin prestijine bir darbe idi. Bunun, tarafsız devletlerle
bütün Müslüman aleminde geniş politik etkileri olabilirdi.
Bu sebeple Müttefikler işi sonuna kadar götürmeye karar verdiler
ve Nisan ayı sonlarına doğru 70.000 kişilik bir İngiliz-Fransız kuvveti
Gelibolu yarımadasının güney burnundaki plajlara çıkarılmaya
başlandı. Gelibolu yarımadasını işgal etmek suretiyle Çanakkale boğazına
hakim olunmak isteniyordu.
Gelibolu yarımadasında Türk Askeri istilacı kuvvetlere karşı son
derece şiddetli bir mukavemet gösterdi. Müttefikler bunu hiç beklemiyorlardı.
Türk Askeri istilacı kuvvetleri denize atamadı, fakat
düşman da iki buçuk ayda ancak 3 kilometre ilerleyebildi. Çok kanlı
muharebeler oldu.
Müttefikler güneyden ilerlemiyeceklerini görünce, 6 Ağustostan
itibaren, Gelibolu yarımadasının batı kıyılarındaki Suvla plajlarına
yeni kuvvetler çıkardılar. Ağustos ayı Çanakkale muharebelerinin en
şiddetli safhasını teşkil eder. İlerlemeye çalışan düşman kuvvetleri
ile Mustafa Kemal'in komutanı bulunduğu Anafartalar Grubu arasında
çok kanlı muharebeler oldu ve düşman yine ilerliyemedi. Müttefik
kuvvetleri Anafartalarda üç hafta içinde 40.000 kişi kaybetti.
Müttefikler bu sefer de muvaffak olamayınca ve devamlı olarak
asker kaybetmeye başlayınca, bu teşebbüsten vazgeçtiler ve
Aralık ayından itibaren çekilmeye başladılar. Müttefikler ölü ve yaralı
olarak 250.000 kişi kaybetmişlerdi.
Çanakkale muhabereleri aynı zamanda 250.000 Türk Erine de
maloldu. Fakat Boğazlar da düşmana verilmemişti. Çanakkale ruhu
Milli Mücadele ruhunun başlangıcı oldu.
B) Boğazların Rusyaya Verilmesi
Müttefiklerin Çanakkaleyi zorlama teşebbüslerinin önemli bir
sonucu da Rusya'nın, kağıt üzerinde de olsa, nihayet Boğazlar üzerindeki
geleneksel ve tarihi emellerini İngiltere ve Fransaya kabul
ettirmek suretiyle, İstanbul'u ve Boğazlar'ı ele geçirmesidir.
Savaş patladıktan kısa bir süre sonra ve daha Osmanlı Devleti
tarafsız iken, Rusya Boğazlar, İstanbul ve Osmanlı İmparatorluğu
üzerindeki emellerini, bu fırsattan faydalanarak gerçekleştirmek için
bir takım planlar hazırlamak suretiyle faaliyete geçmiş bulunuyordu.
Bu hazırlıkları yaparken de, müttefikleri İngiltere ve Fransa
nezdinde zemin yoklamalarına girişmişti. Lakin Osmanlı Devleti Ekim
1914 sonunda savaşa katıldıktan sonra, Rusya bu konudaki faaliyetlerini
arttırdı. Rusya Kasım ayı içinde yaptığı teşebbüslerine, müttefikleri
İngiltere ve Fransa'dan olumlu cevaplar aldı. Yalnız İngiltere
İstanbul ve Boğazlar meselesinin Rusya'nın yararına bir şekilde
çözümleneceğini bildirmekle beraber, bu çözümün kesin şeklini Almanya'nın
yenilgisine bırakmak istedi. Çünkü, Rusya İstanbul ve Boğazları
Osmanlı Devleti yıkılır yıkılmaz ele geçirirse, Almanya ile
savaştan çekilmesinden İngiltere korkuyordu. Fransaya gelince, bu
devlet de Rusya'nın ileri sürdüğü istekler karşısında, kendisinin de
Suriye ve Filistin üzerindeki isteklerini belirtmiş ve Rusya da
bunları kabul etmişti.
Rusya bu diplomatik teşebbüslerle zemini hazırlamaya çalışırken,
Müttefiklerin Çanakkaleyi geçme tasarıları ortaya çıktı. Müttefikler,
kendileri Çanakkaleyi zorlarken, Rusya'nın da bir filosunu İstanbul
Boğazına gönderip İstanbul'a girmeye çalışmasını teklif ettiler.
Lakin Rusya donanmasını bu işe yeterli görmedi ve böyle bir teşebbüse
cesaret edemedi. Onun üzerine İngiltere ve Fransa da Çanakkale
macerasına atıldılar. İngiltere ile Fransanın tasarılarının gerçek
haline getirilmesi Rusyayı endişeye sevketti. Çünkü İngiltere ve
Fransa, kendisinden önce Boğazları ve İstanbul'u ele geçirirse, bu
toprakları bu iki devletin elinden almak güçleşirdi. Bu sebeple Rusya,
1915 Şubatından itibaren iki müttefikini Boğazlar konusunda bir
anlaşmaya zorlamaya başladı. 4 Mart 1915 de İngiltere ve Fransaya
verdiği notalarda şu istekleri ileri sürdü:
İstanbul şehri, İstanbul ve Çanakkale Boğazları ile Marmara denizinin
batı kıyıları ve Midye-Enez çizgisine kadar güney Trakya ile,
İstanbul Boğazının doğu kıyısı ile Sakarya nehri ve İzmit körfezinin
sonradan tesbit edilecek bir noktası arasında kalan topraklar, Marmara
denizindeki adalar Rusyaya ilhak edilecektir. İmroz ve Bozcaada'nın
kaderi de Rusyaya danışılmadan tayin edilmeyecektir.
Rusya'nın bu baskısı İngiltere ile Fransa'nın hoşuna gitmemesine
rağmen, müttefiklerin ortak davası için yaptığı hizmetlerden ve
batı cephesinin yükünü hafifletmek için harcadığı çabalardan ötürü,
Rusya'nın hakkını teslim etmek için, Boğazlar ve İstanbul konusundaki
isteklerini kabul etmek zorunda kaldılar. İngiltere 12 Mart
1915 de ve Fransa da 10 Nisan 1915 de Rusyaya verdikleri notalarla,
Rusya'nın isteklerini kabul ettiklerini bildirdiler.
Bu sonuca varan diplomatik müzakerelerde Rusya da, İngiltere
ile Fransa'nın Asya Türkiyesindeki özel haklarını ve ayrıca Osmanlı
egemenliğinden ayrılarak Arap ülkelerinin bağımsız bir varlık olmasını
kabul etmiştir.
Yorum Gönder